PROSTAT KANSERİ
Prostat kanseri, erkeklerde en sık rastlanan kanser türüdür. Kanser sebepli ölümlerde ise ikinci sırada yer alır.
Prostat kanseri, prostat dokusunu oluşturan bazı hücrelerin anormal seyir göstererek tümör oluşturması sonucu meydana gelir.
Tümör, prostatın bazen bir kısmında meydana gelir, bazen birden fazla yerinde ortaya çıkar. Herhangi bir belirtiye neden olmadan seyredebildiği gibi tedavi edilmediği takdirde zamanla büyüyüp ilerleyerek işeme bozuklukları, idrarda kanama veya böbrek yetmezliği tablosuna neden olabilir.
Günümüzde tanı konan hastaların büyük çoğunluğu erken dönemde teşhis edilmekte ve uygulanan etkin tedaviler ile uzun süreli sağkalım elde edilmektedir.
NE ZAMAN PROSTAT KANSERİNDEN ŞÜPHELENMELİYİZ ?
Prostat kanserinden şüphelenmemizi sağlayan en önemli bulgular PSA testi sonucunda ısrarla normal değerlerin üzerinde sonuçlar görmemiz ve/veya parmakla rektal muayenede şüpheli bulgular elde etmemizdir.
Rektal Muayene
Makattan parmak ile yapılan prostat muayenesi olarak bilinen rektal muayene, prostatta sertlik ve düzensizlik gibi bir takım anormallikleri tespit edebilmek için doktor tarafından prostatın dış tarafının elle muayene edilmesidir.
PSA (Prostat Spesifik Antijen) Testi
Prostat Spesifik Antijen (PSA) prostatta üretilen ve meninin yoğunluğunu düzenleyen bir enzimdir. Üretilen PSA’nın çok az bir miktarı kanda dolaşmaktadır. Prostatın iyi huylu büyümesi, prostat enfeksiyonları ve prostat kanseri gibi hastalıklarda PSA değişen miktarlarda kana geçmektedir. Kandaki PSA seviyesi ve bu seviyedeki değişim prostat hastalıklarının niteliği ile ilgili fikir verebilir. PSA’nın salgılanma sıklığı kanserin teşhis edilmesi konusunda oldukça önemlidir. Normal bir prostata baktığınızda kandaki PSA değerinin düşük olduğu görülür. Bununla birlikte PSA değerinin kanda düşük olarak görülmesi, hastada prostat kanseri olmadığı anlamına da gelmez. Bazı lokal prostat kanserlerinde PSA değeri düşük çıkabilir. Tümör, bu seviyelerde iken büyüyebilir. Kandaki PSA değerinin tespit edilmesi, prostat kanserinin erken evrede teşhisi ve biran önce tedavi edilmesi adına çok önemlidir.
PROSTAT KANSERİNDE TANI
Prostat kanserinden şüphelenildiği durumlarda tanı için uygulanan standart yöntem prostat biyopsisidir. Prostat biyopsisi sonucunda alınan parçalar patoloji uzmanları tarafından kanser varlığı açısından incelenerek sonuca ulaşılır. Biyopsi işlemi lokal/genel anestezi altında yapılabilir. İşlem sırasında hastanın makat bölgesinden rektum içerisine bir ultrason probu yerleştirilir ve prostat görüntüleri alınır. Ultrason ile prostat görüntülenirken belirli bölgelerden ve şüpheli alanlardan prostat boyutu ve hasta özellikleri gözönünde bulundurularak 10-18 adet parça alınır. İşlem sonrası en sık gözlenen yan etkiler makat bölgesinden kanama ve idrar yolu enfeksiyonlarıdır.
Biyopsi işlemi standart yöntemlerle yapılabildiği gibi tanısal etkinliği arttırmak için çeşitli yöntemler mevcuttur. MR görüntüleri kılavuzluğunda gerçekleştirilen MR-füzyon biyopsi yöntemi ile daha önceden çekilen MR görüntüleri ultrason cihazı ile özel yazılımlar ile birleştirilerek burada görülen şüpheli alanlardan da biyopsi alınmasını sağlar. Bu şekilde biyopsi işleminin tanısal etkinliğinde belirli oranda artış sağlanabilmektedir.
PROSTAT KANSERİNDE TEDAVİ
Prostat kanserinde tedavi seçenekleri hastalığın tanı anında hangi evrede olduğu ile belirlenir. Erken evrede teşhis edilmiş prostat kanserinde kanser kontrolü ve hastanın sağkalımı açısından öncelikle hastalara prostat kanseri ameliyatı (radikal prostatektomi) önerilmektedir. Hasta ile ilişkili faktörler gözönünde bulundurularak önerilebilecek diğer tedavi seçenekleri ise çeşitli izlem protokolleri ve radyoterapidir. İleri evre (Metastaz yapmış prostat kanseri) hastalarda sıralı hormonal tedaviler ve çeşitli kemoterapi protokolleri ile hastalar takip edilmekte ve diğer kanser türleri ile kıyaslandığında kanser hastaları görece daha uzun süre sağkalıma sahip olabilmektedir.
Prostat kanseri ameliyatı (Radikal prostatektomi)
Bu ameliyatta prostat ile birlikte seminal veziküller (döl kesesi); idrar kesesi (mesane) ve idrar kanalından (üretra) tamamen ayrılarak vücut dışına alınır ve patolojik incelemeye gönderilir. Gerekli hallerde yakın bölgedeki lenf bezleride ameliyatla alınarak patolojik incelemesi yapılır. Geride kalan idrar kesesi ve idrar kanalı ise bir sonda üzerinden birbirine yaklaştırılarak dikilir ve ameliyat tamamlanır. Bu ameliyat ile asıl olarak hedeflenen durum kanser kontrolünün sağlanması ve hastaların daha uzun bir ömür yaşayabilmelerini sağlamaktır. Bununla birlikte prostat kanseri ameliyatından sonra hastaların hayatında bazı değişiklikler meydana gelebilmekte ve kaygı duyabilmektedirler. Hastaların büyük kısmı ameliyat sonrası dönemde idrar kaçırma/idrar tutamama gibi durumlardan endişe etmekte fakat büyük kısmı (%95’ten fazlası) ameliyatın 3. ayında idrar tutma fonksiyonunu yerine getirmektedir. Yani hastaların %95’ten fazlası idrar kaçırma problemi yaşamamaktadır. Yine bir diğer endişe ereksiyon problemidir. Fakat çalışmalar ve tecrübe göstermiştir ki ameliyat öncesi dönemde ereksiyon fonksiyonları tamamen normal, hiçbir ek risk faktörü bulunmayan genç hastalarda ameliyattan sonraki 1 yılda %60-70 oranında ereksiyon mümkün olabilmektedir.
Prostat kanseri ameliyatı günümüzde 3 farklı teknikle gerçekleştirilebilmektedir:
• Açık cerrahi (Göbek altından 10-12 cm’lik tek bir kesi)
• Laparoskopik cerrahi (Göbek altı bölgesinde 1-2 cm’lik 5-6 adet kesi)
• Robotik cerrahi (Göbek altı bölgesinde 1-2 cm’lik 5-6 adet kesi)
Bu 3 tekniğin kendine özgü avantaj ve dezavantajları mevcut olmakla birlikte her 3 tekniğinde kanser kontrolü, idrar tutma kabiliyeti ve ereksiyon işlevinin geri dönmesi açısından birbirine üstünlüğü bulunmamaktadır.